Hakkımda

Fotoğrafım
Hayatı yaşanması gerektiği gibi yaşayan; aynı zamanda insan olmanın gerekliliklerini yerine getirebildiğini düşünen biri. Gülümseme ise hiçbir durumda yüzünden eksik etmediği bir davranışı. Mucizeleri bekleyen değil, onların peşinden koşan; mutluluğu ve huzuru yakalamak için elinden gelen her şeyi yapan aynı kişi.

29 Mart 2011 Salı

Yeşil - Mavi

Yaşanmışlıkları tazelemek için fotoğraflarımı karıştırdım biraz. 
Yaklaşık üç yıl öncesine ait güzel bir güne takıldı gözlerim.


Arkadaşlarımla geçirdiğim hoşluklardan yalnızca bir tanesi; güneşin yakıcılığında, serin sularda, bol gülüşmeli sohbetler eşliğinde, 
yorucu; ama tadı hala damakta.

Koy mükemmel, deniz berrak, yeşili ayrı büyülüyor mavisi ayrı, 
huzur göz kırpıyor karşıdan, hava sıcak, su soğuk.

Kendini suya atar atmaz en derine gidene kadar çabalaman 
ve sonra yavaş yavaş yüzeye çıkışın bambaşka bir duygu.


Denizde fazla dalga yok. 
Kulaç attıkça daha da açılma hevesi kaplıyor insanın içini.

Nasıl bir mavidir bu, bak bak bitmiyor. Hayallere dalmak için 
izlenebilecek en manalı manzaralardan biri benim için.

Öyle bir yeşildir ki ışıltı içinde kendine benzetiyor maviyi. 
Karışıyorlar birbirlerine, beğenmemek elde değil.

Yüzümde bir gülümseme, kalbimde bir özlem. 
Güzel günlerin anısına…

24 Mart 2011 Perşembe

Kim Kazanır?

Keşke, geçmişten bir duruma karşı kullanılır. Keşke ile başlayan cümlenin devamı mutlaka olması istenen ya da olmamış olması temenni edilen bir şeyle gelir. Keşke’ de kısmen özlemişlik, kısmen pişmanlık vardır. Burukluğu en derinden barındırır içinde.

Belki, kesinliği ortadan kaldıran bir ifadedir. Olma ihtimali yüksek durumlar için kullanılır. Belki ile başlayan cümlelerde bir bir sıralanır istenenler. Belki’ de ümit vardır. Gönülden geçen dilekleri barındırır içinde.

Keşke yalnızca geçmişe ithaf edilir. Belki ise daha çok geleceği vurgular. Bu açıdan düşünülünce; belki-ler, keşke-leri yeniyor gibi gözükse de içlerini doldurdukları cümlenin ne anlatmak istediği iyi incelenmelidir.

Kimi zaman hangisine kapılıp gideceğimizi bilemeyiz. Dilimizden düşüremediğimiz zamanlarda daha iyi seçeneklerimiz olmalı. Belki yerine iyi ki; keşke yerine bir dahaki sefere diyebilmeliyiz. İşte o zaman biz kazanmış oluruz.

Belki ile keşke’ nin kavgası, beni benden alıyor bu aralar. Kim galip gelir sizce? Kim kazanır bu oyunu? Peki ben iyi ki mi diyeceğim, bir dahaki sefere mi? İyi ki dersem ne için diyeceğim, hangi seçenek için? Susayım ben artık en iyisi, cevapsız sorular sarmış her bir yanımı.

Bu arada kazanan ben olacağım, biliyorum; 
lakin çaktırmıyorum.
:)))

22 Mart 2011 Salı

Umutsuzlukta Bile Vardır Bir Umut

Geçenlerde bir karikatür gördüm, o kadar hoşuma gitti ki baktıkça farklı anlamlar çıkarmaya başladım. İçimdeki umut ışığı o kadar parlıyor ki bugünlerde, galiba ondandır güzel şeyler düşünmem.


Görüldüğü üzere umut ve umutsuzluk için hoş bir tanımlama yapılmış. Güya önce bir yol buluyor, umut ediyor; sonra umutsuzluğa düşüp kendisinin hazırladığı bir umutta yok olmaya çalışıyor.

İlk saniyelerden sonra beynim başka sinyaller aldı bu resimden. “Umutsuzluğun içinde bile bir umut var, uyan” dedi resim bana. Umuda da umutsuzluğa da hatta umutsuzluktaki umuda da inanan bizleriz. Onlara anlam yükleyen, yüklediği anlamlara göre hayatını şekillendiren kendimizden başkası değil.

Elimizden gelenin en iyisini yaparak kazandığımız umudu, birkaç tökezlemeden sonra umutsuzluğa çeviren; fakat hala köşede bir yerde sıkışıp kalan umuda yelken açmak için bekleyen biziz.
Pes etmemeyi amaç edinmiş kişiler olduğumuzu böyle ispatlıyoruz işte hayata.

Her şeye rağmen umutlarımın olmasına içten bir gülümse geliyor yine kendimden. Umutlarınızı görebiliyor olmanız dileğiyle…

21 Mart 2011 Pazartesi

Karar Verebiliyor Olmak

Güven, cesaret, yeterince istemek ya da istememek, seçenekler… Daha fazlasına sahip olsanız bile bir karara varmak pek kolay olmaz bazen. Neden diye sormayın, az çok tahmin edebilirsiniz. Evet evet ilk akla gelen: korkarız. Neyden, kimden mi? Pişman olmaktan korkarız.

Pişmanlık insanı sürekli düşüncelere sürükleyen bir durumdur. Düşüncelerin arasında kaybolmak yolu bulmada engeldir. Kaçan uykular, uykusuzluktan şişen gözler, boğaza takılıp kalan sözcükler, dalıp dalıp gitmeler …

Bir olay karşısında alınan ilk karar sağlıklı olmayabilir. Çoğu zaman eğer o kararı uygularsak pişman olabiliriz. Ancak zamanla detaylıca düşündükçe kafa iyiden iyiye karışır ve alınan ikinci karar da pişmanlığa düşürebilir. Hal böyle olunca, karar vermek de vermemek de aslında can sıkıcıdır. En zoru da karar verememektir ya da verilecek olan kararı uygulayamamaktır.

Seçilen yolların sonu net değilse, kafada soru işaretleri gezinip duruyorsa, cevaplar kendilerini saklıyorsa biraz sakinleşmek gerekir. 

Vereceğimiz karar üzecek olabilir ya da mutlu edebilir. Önemli olan kendimiz için en doğrusunu yapabilmek, iyi ki böyle davranmışım diyebilmek, gece gözümüzü kapattığımızda huzurlu olduğumuzu hissedebilmek, arkaya dönüp baktığımızda keşke dememek.

Zordur karar denizinde yüzmek, boğulmamak için çırpınmak her zaman karaya vurmayı sağlatmaz. Rüzgarın da yön vermesi gerekir. Dalgaların boyutu mu sıklığı mı daha yıpratıcıdır acaba. İkisinden de biraz birazsa iş iyice zorlaşır; demedi demeyin. 

Dalgalara karşı koyup başınızı sudan çıkarabildiyseniz doğru yoldasınız, devam edebilirsiniz. Kara gözüküyordur; hatta belki de ilerlediğiniz yerdir varmak istediğiniz o kara parçası. Siz en iyisi açın gözlerinizi ve dikkatli bakın. Bu şekilde bakınca sizi cevaplara ulaştıracak bir şeylerle karşılaşacaksınız elbet.

Cevaplar netleştikçe sonucu görmek için karar verebiliyor olmanız, kaçınılmaz hale gelecek. Karar verebiliyor olmak güzeldir. Zor olsa da güzeldir. Güzellikler bizimle olsun. 

18 Mart 2011 Cuma

Güvenme Arkadaş

Bu duygu neden bu kadar gerekli? Çiçeğe, böceğe, bir başkasına, kendine… Neye olursa olsun neden bu kadar önemli bu güven duygusu.

Rengarenk çiçeğini açsın, yapraklarının yeşili solmasın diye narin davranılan çiçekler – ısırmayacağı ya da ısırdığında zehirlemeyeceği düşünülerek öldürülmeyen böcekler – söylediklerinin doğru olduğuna tüm benlikle inanılan insanlar – gücünü bildiği için kavgadan kaçmayan kişiler - …

Karşımızdaki ne olursa olsun güvenmezsek olmuyor değil mi? Güvenmeyince ne o çiçek hoş kokularını salabiliyor odamıza, ne de inanılası olabiliyor duyduklarımız. Sonuç olumsuz da olsa güveneceksin, ilk adımı sen atacaksın kendin için.

Peki ya sonrası diyorum kendi kendime. Peki ya sonra? Güvenin boşa çıkarsa? Büyük ihtimal çıkacaktır da ya neyse. İhtimal büyük olmasa bile böyle bir olasılığın var olması bile yeterince can sıkıcı. Güven boşa çıkınca yaşanan hayal kırıklığını başka ne yaşatabilir ki insana.

Ya açmazsa sevgiyle suladığınız çiçeğiniz, ya iyilik yaptığınız birinden kötülük görürseniz, ya gözünün içine baktığınız kişiden bir darbe alırsanız, ya kendinizi bahanelerin arkasına sığınıp kandırırsanız. O zaman ne olacak?

Ne olacaksa olacak işte. Güvenmeden de olmayacak güvenerek de. Yine de birine, bir şeye karşı güven duyacağız. Bazen doğru kararlar vermiş olacağız bazen ise hatalı.

Bir kere çatlarsa o duygu, yitip gitmemesi için didinir dururuz. İçimizde, derinlerde bir yerde onun rahatlığını yaşamak isteriz. Kişinin kendisine güveninin yitip gitmesinden kötüsü de yoktur sanırım. Yalnız şimdi bahsetmek istediğim bu değil.

Neden önemli olduğundan başladım yazmaya, kaybolup gitmesine geldim. Neden önemli biliyorum.  Güvenmeden olmaz, katiyen istediğin yanıt bulunmaz. Güvenerek de olmuyor ama arkadaş, bir şeyler ters gidiyor.

Çok irdelemeden yaşayalım biz en iyisi. Becerebilirsek tabi. 

15 Mart 2011 Salı

Cesaret Var Mı Cesaret

Bana cesaretten hesap ver iç sesim. Söyle bana ne kadar cesaretim. Kaç gün, kaç kilo, kaç cm, kaç… Birimi ne ki bu cesaretin. Hoş ne fark eder ki. Neyle ölçülürse ölçünsün.

Bir şeyleri başarmak için cesaret lazım, bunu bilir herkes. Gözü kara olmak lazım. Yeterince istemek, beyaz bayrağı çekmeden sonuca ulaşmaya ant içmek lazım. Lazım da lazım.

Başarmak dedim de, kaybetmek için de cesaret gerek. Cesaret öyle bir şey işte. İyi için de, kötü için de olmazsa olmaz.

Konuşmaya / susmaya / ayrılmaya / barışmaya / aramaya / aramamaya / kaçmaya / sarılmaya… Daha sayayım mı diyorum; “bu kadarı kafi” diyor iç sesim.

Şimdi düşün ve cevap ver bana: cesaret var mı cesaret. Bir tutam, bir dilim, bir nefes, bir…

Cesaret yoksa bahaneler aramaya mecbur hisseder insan kendini; bunu bilir bunu söylerim. Hep bir sebep bulur olumlu ya da olumsuzu kabullenmek için.  Gerçeği görmeye bile cesaret edemez, var mı bundan ötesi?

İşin özü cesaretin ile orantılıdır seçeneklerin sonucu. Hangi yoldan gideceğin yine senin seçimindir. Ya cesaretini konuşturur istediğin sonucu alırsın; ya da cesaretini arkada bırakır bahanelerine sığınırsın.

Söyle artık var mı, yok mu?

9 Mart 2011 Çarşamba

Kendime Geldim

Yakın zamanda yaşamanın güzelliklerinden vazgeçmeye doğru ilerlerken şu an bu kadar iyi hissedeceğimi bilemezdim. Bunu nasıl başardım kısmına yer vereceğim elbet; fakat izin verin ruh halimden biraz bahsedeyim.

Gökyüzünde her şeye meydan okurcasına kanat çırpan bir kuş kadar özgür, annesi mamasını yedirip altını temizlediğinde karnı doyan küçük bir bebek kadar mutlu, babası onu havaya attığında tutulacağına emin olan çocuk kadar güvende, çocuklarını ayağı yere sağlam basan birer evlat olarak yetiştiren ebeveyn kadar huzurlu ve daha fazlası…

Üzerimdeki kötü havayı atmak için bir kıvılcım gerekli idi. Bazen bir dost bunu başarır, bazen bir müzik, bazen bir film, bazen de eski bir anı. Bugün de bunlardan biri oldu. Sabah uyandığımda bir film izledim ve kendim için bir şey yapmış oldum. Adeta silkelendim.

Muhteşem bir filmdi, 127 Saat. Yaşanmış bir hikaye olmasının yanında Aron Ralston’ nın azmi, mücadelesi insanı düşündürüyor doğrusu. Gerçek bir hayatın anlatılıyor olması filmde kendimi aramama sebep oldu.

Etkilemek ne kelime; büyüledi resmen beni. Etkisinden çıkmayı hiç düşünmüyorum. Tam zamanı yerden kalkmanın, başka kıvılcıma gerek yok, en azından şimdilik.

Filmde bir an geliyor karakterimiz pes ediyor, biraz durup birden soğukkanlılığına kavuşup yeniden işe koyuluyor. Hala yaşıyorsa ve bundan ders çıkarabiliyorsam, sanırım ben de soğukkanlılığıma kavuştum yeniden.

Son olarak filmi izlemenizi tavsiye ediyorum. Beğeneceğinize eminim diyebilirim.

Aron Ralston,
Ailesi ile birlikte yeniden;
Sevdikleri ile mutlu;
Eşi ve oğlu var.
Biz niye başaramayalım? 
Niye??
*Aron Ralston anlatıyor* ...dinleyin, kendisi ne diyor ;)


Gerekçelerimiz yok mu??
Yeterince istemiyor muyuz!!

8 Mart 2011 Salı

Yaşamak Mı, Ölmek Mi?

İki arada bir derede kalmak buna denir işte. Tutunup kalmak mı yaşama, ölüp gitmek mi bu diyardan. İkisi de hem istenen hem istenmeyen durumlar sanırım. Ya sevdiklerimizle kalmak ya da onlarla gitmek isteriz.

Ölürken bile öldüğümüze değil arkamızda bıraktıklarımıza üzülürüz belki de. Kim bilir belki de üzüntü olmaz, seviniriz gidiyoruz diye. 
Bu dünyaya gelirken ağladık, giderken güleriz; belli mi olur.

Onu bunu bırakalım da bir köşeye. 
Yaşamak mı ölüme, ölmek mi yaşamaya benzer acaba; 
düşünelim. 

Bazen bir hayal kurarız, hayat yıkar. 
Yeniden hayal kurarız, hayat yine yıkar. Kimi kişiler buna yaşamak der, aslında bana göre yaşamak bazen ölüme benzer. 

Tam tersi de mümkün değil mi? Mümkün gibi, emin değilim, olamam. Zamanı gelince göreceğiz artık.

7 Mart 2011 Pazartesi

Uyuyup Kalsam Ya Düşlerimde

Sımsıkı yumsam gözlerimi, hiç bırakmayacak gibi tutsam nefesimi, hiç uyanmayacak gibi uykuya dalsam, açmasam ağzımı bir daha, kulaklarımı tıkasam duymamak üzere…

İşte böyle bir uykuya dalsam ki hiç uyanmasam...

Olamaz mı? Yapamaz mıyım, illa birisi bozar mı büyüyü?

Çok mu şey istiyorum ben? Alt tarafı her şeyden habersiz olmak istiyorum. Bildiklerimin değil aklımdan geçenlerin doğru olduğuna inanmak istiyorum. 

Evet, yalnızca inanmak istiyorum. İnanmak; koşulsuzca, irdelemeden, karamsar olmadan, tereddüde düşmeden…

Mümkün mü ki bu acaba? Neden olmasın ki? Düşünmeye çalışmak bile yeterli şimdilik; ama ben yine de şansımı zorlamak istiyorum.

Sımsıkı yumsam gözlerimi, hiç bırakmayacak gibi tutsam nefesimi, hiç uyanmayacak gibi uykuya dalsam ve sonunda kalsam ya düşlerimde. UYUYUP KALSAM YA DÜŞLERİMDE...

3 Mart 2011 Perşembe

BLOGLARIMIZA DOKUNMAYIN

Youtube kapatıldı, kör edilmek istendik; Fizy kapatıldı, sağır edilmek istendik; şimdi de Blogger kapatılarak samıt edilmek isteniyoruz. 

Kusura bakmasın kimse, üç maymunu oynamaya niyetimiz yok. Görüldüğü üzere yazmaya, paylaşmaya, okumaya devam ediyoruz. 
BENİM OLANA DOKUNMA

2 Mart 2011 Çarşamba

Sabır...

Dün, yazımda yer verdiğim Mevlana paylaşımı “Kaybetmek sabrı öğretir” cümlesiyle bitiriyordu. Buradan yola çıkarak yine Mevlana’ nın bir başka anlamlı kesitine yer vermek istiyorum.

Mevlana' nın her şeydeki sırrı SABIR’ dır.
Acıya sabredersin adı METANET olur,
Açlığa sabredersin adı ORUÇ olur,
İnsanlara sabredersin adı HOŞGÖRÜ olur,
Dileğe sabredersin adı DUA olur,
Duygulara sabredersin adı GÖZYAŞI olur,
Özleme sabredersin adı HASRET olur,
Sevgiye sabredersin adı AŞK olur...

Hayatımızda bir şeyler değişiyor, bazı sonuçlar bekliyoruz. Olan bitenleri sorgularken bazen kendimizi bazen başkalarını suçluyoruz. 
Suçlamasak bile sorumlu tutuyoruz diyelim. Bunları düşünerek zaman harcamak yerine yaşanmışlıkların bir sebebi vardır elbet, diyerek geleceği umutla beklesek sizce de daha uygun olmaz mı? Olanların sebeplerini irdelemek yerine elimizden gelebilecekleri araştırsak, geliştirsek mesela.  


Çok söz söylemeye gerek yok bunun üzerine. Mevlana yeterince ışık tutmuş.

Sabrettiğimiz her şey için alacağımız bir hediye mutlaka vardır. Yeter ki sabretmesini bilelim. 

1 Mart 2011 Salı

Görmesini Bilene

İlkbaharın kapılarımızı çalmak için hazırlıklarını tamamladığı şu günlerde kışın sert etkilerinden kurtulmak gerektiğinin farkına vardım. Daha önce de farkındaydım ama içim üşümüş sanırım; bir ısıtıcı bulmam gerekti kendime. Olup bitenleri şöyle bir düşündüm ve tüm güzellikleri yeniden hayal ettim.  Hala sert etkiler var; fakat içimin ısınmasına yardımcı olacak güneşin yanı sıra geçmişin mutluluklarını da hatırlamak gerek.

Sahip olamadığım her şey mutsuz olmama bir sebep, hem de okkalı bir sebep. Peki ya sahip olduklarım? Onların etkisi ne olacak? Mutsuzluğumun büyüklüğü arasında kaybolup gidecek mi? Tabi ki hayır. Mutlu olmam için yaşanmış güzelliklerim; şükretmem için içtiğim su, yediğim ekmek, başımı soktuğum bir ev var. Beni seven, benim sevdiğim bir sürü değerli insan var. Bunlara rağmen gülümsemek haksızlık olur, en başta kendime.

Sahip olamadıklarım, ulaşmak istediğim bir hayal; sadece şimdilik. Yine gülümseyen, yine umutlarının peşinden koşmak için heyecanlanan, yine güçlü Burcu olmak için somurtarak, ağlayarak beklemek olmaz. Bu bana yakışmaz. Yaşanmışlıkların hepsiyle bunlar benim gerçeklerim. Mutlu olmak için hala sebeplerim var, eskiye dair.

Söyleyeceklerim bu kadar değil elbet; ama bu kadarı bile yeterli gibi anlatmak istediklerimi ifade etmeye. Son cümlemi söylemeden önce Mevlana’ dan harika bir kesit paylaşmak istiyorum:

Üzülme! Dert etme can.
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan ne mutlu sana.
Elinde olmayanları söyleme bana.
Elinde olanlardan bahset can.
Üzülme! Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış.
Bil ki güzellikler de var bu hayatta.
Gel git’ lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
Hüzün olgunlaştırır,
Kaybetmek sabrı öğretir...

Yağmurlu bir gecede kaybettiklerimi geri alamadım; umuyorum ki bir bahar günü birazını da olsa alabilirim. Daha yaşanacak çok yağmurlu gecelerim, güneşli günlerim olacak. 
Tüm mevsimleriyle bu yaşam bizim, kıymetini bilelim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...