Hakkımda

Fotoğrafım
Hayatı yaşanması gerektiği gibi yaşayan; aynı zamanda insan olmanın gerekliliklerini yerine getirebildiğini düşünen biri. Gülümseme ise hiçbir durumda yüzünden eksik etmediği bir davranışı. Mucizeleri bekleyen değil, onların peşinden koşan; mutluluğu ve huzuru yakalamak için elinden gelen her şeyi yapan aynı kişi.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Neden ?...!

Neden aklından geçenleri yapmaz insan? Neden ‘… olsun da, ondan sonra …‘ diye diretir? Neden gitmek istediği bir yer için başka bir koşul koyar kendisine? Neden mutlu olmayı erteler? Neden hep gelecek içeren cümleler kurmaya çalışır? Geleceğin garantisi var mı ki? Neden bugünü rahat geçirmeyi denemez? Yarın nefes alabileceğini nerden biliyor ki? Neden görmek istediği biri ya da bir şey için fırsat yaratmaya çalışmaz? Neden fırsatlar kendisini bulsun diye bekler? Neden gülmek için önce ağlamayı şart edinir? Ertelemek bu kadar çekici bir şey mi ki? Neyi, niye erteler insan? Tüm bu soruların cevaplarını az - çok bildiği halde neden hala sormaya devam eder? Sormazsa içi rahat etmez ki, değil mi?

26 Nisan 2011 Salı

Zamansızlık !

Genellikle şikayet ederiz, hayat hızlı akıp gidiyor diye. Gün ne çabuk bitti, daha yapacaklarım vardı şeklinde yakınırız. İşleri yetiştiremediğimizi, kendimize zaman ayıramadığımızı, sosyal olamadığımızı, sevdiklerimizle hoş vakit geçirmeye fırsat bulamadığımızı söyler dururuz. Bunlar için de zamanı bahane ederiz. İstediklerimizi yapmaya gün yetmez bir türlü. Hatta biraz abartıp uykuya bile hasret kaldığımızı söyleriz.

Şimdi diyeceksiniz: Ama yalan mı? Hayır, yalan değil. Bazı zamanlar gelir; gerçekten vakit bulamayız aklımızdakini yapmaya, sevdiklerimizi ziyaret etmeye, uyumaya. Her zaman değil; aradaki farkı görmek lazım. Bazen işten başımızı kaşıyacak vaktimiz olmaz, doğaldır. Peki sonrası? Zamansızlıktan yakındığımız diğer günlerimiz de hep dolu mu?  

Düzenli olamayışımızın, zamanı etkin kullanamayışımızın, yeterince iyi planlama yapamayışımızın suçlusu zaman mı gerçekten? ‘Olur gider’ mantığımızın, ‘Su akar yolunu bulur.’ atasözünü yanlış algılamamızın hiç mi kabahati yok yani?

Canımız bir şey yapmak istemeyince boşa harcadığımız saatlerimiz yok mu aslında? Hadi dürüst olalım kendimize, sırf içimizden gelmiyor diye saatlerce hiçbir şeyle uğraşmadığımız olmuyor mu? Öyle durumlarda birden fazla zamanımız olduğunu mu hatırlıyoruz? Yoksa saatler artıyor mu birdenbire?

Yeri gelince her şeye vakit bulabildiğimiz detayını da belirtmeden geçmek olmaz. Hayır diyemeyiz bazı seçeneklere ve illa ki onlar için bir zaman dilimi ayarlayabiliriz. Türlü bahaneler öne sürmek yerine, düşünür taşınır, buluruz bir yolunu. Zaman suçlanmayı hak etmemiştir; çünkü fırsatı değerlendirmeyi istemişizdir.

İstedikten sonra biraz çaba sarf ederek fırsatları değerlendirebiliyoruz demek ki. Zamanımızı iyi yönetebilirsek hiçbir şeyden geri kalmayız. İstisnai durumlarda elden gelen bir şey yok, yapılacaklar ertelenmeye mahkum.

Son sözü Tolstoy’ dan okuyalım: “Hepimiz kaybettiğimiz ya da ulaşamadığımız her şey için zamanı suçlarız. Oysa unutma ki; Zaman konuşacak olsa, hepimiz utanırız.

Utanmak zorunda kalmayalım zaman' dan, farkına varalım her şeyin bizde bittiğinin. 

21 Nisan 2011 Perşembe

Çelişki

Neresinden bakarsan bak, farklı işte!
Bir öyle, bir böyle deriz kimi zaman. Öylenin de böylenin de artıları ve eksileri vardır. Hangisinin ağır bastığının 
farkına varamayız.

Ağır basanı görmek mi istemeyiz, orası biraz tartışılır. Görürüz görmesine, kalbimizden gelene inanmak isteriz belki de.

İç ses “Mantık! Uzak dur” derken mantıktan cevap gecikmez: “Uzak duramam, ortayı bulmalısın”. Bu noktadan sonra düşünceler yoğunlaşır. Neresinden tutsam da huzurlu olabilsem diye düşünürken buluruz kendimizi. Acaba neresinden bıraksak dengede kalır? Bu da düşünülmesi gereken başka bir nokta.

Nereden bakarsak bakalım cevap aranan sorular tükenmez bazen. Bulunan cevaplar tatmin etmez aklı ya da başka bir soruyu beraberinde getirir eldeki son cevaplar.

Dönüp dolaşıp aynı karede takılıp kalmak vardır bir de. İşte o zaman, içinden çıkılmaz hale gelmiş demektir. Yine de, sakinliğin devreye girmesi halinde çıkış imkansız değildir aslında.

Uzun lafın kısası; kendimizle çelişir dururuz. Aslına bakılırsa durmayız, çelişki rüzgarı bizi nereye savuracak diye beklemeye başlarız. Sabır gereklidir doğru rota için. 

Öyle mi yoksa böyle mi diyerek günleri geçirir, yıpranır, yıpratırız. Hasarların etkisi kalıcı olmasın derdine düşeriz bir de.
Altı üstü bir çelişkiye düştüğümüzde, ne çok şeyi 
kafaya takıyormuşuz meğer.

Aklımızdakilerin çelişmesi ile girdiğimiz 
çıkmaz sokaklarda kaybolmamak ümidiyle…

20 Nisan 2011 Çarşamba

Dalgaların Yarışı

Rüzgarlı havalarda denizde oluşan dalgaları bilir misiniz? Hani insanı hayalden hayale götüren; bana bakarken kaybolup git bu diyardan diyerek kucak açan; derdi tasayı ver dalgalarıma, götüreyim uzaklara diyen; yine gel yamacıma şeklinde çağıran…

Ilık ılık eserken rüzgar; denizin çarşaf görüntüsü kaybolur, o masmavi rengi grileşir. Eğer dalgalar bir iskele ya da kayaya çarpıyorsa şiddetle geri döner ve o hırçın dalgaların sesi rüzgarın sesine karışır. Kıyıya ulaşan dalga ise adeta “gidebileceğim yere kadar gideyim” derdindedir, sığlaşma sebebiyle köpük köpük olur etkisini kaybederken.  

Güzeldir rüzgarlı havada denizi seyretmek. Tek başına olsan da olmasan da, o keyfi tadarken sadece sen varsın gibi hissedebilirsin sahilde. İçinizi kaplayan iyi duygular yeterlidir; an’ ı kavrayabilmek, hissedebilmek için.

Şimdi deniz kenarına gideyim diyebilecek fırsatım olsaydı, güzel olurdu. Yapabilecek olanlara tavsiye eder, keyifli vakitler dilerim. Ben mi? Resimlerime bakıp özlem gidermeye devam…

19 Nisan 2011 Salı

Silkelenme Zamanı Gelmedi Mi?

İnsanları, olayları ne kadar gözlemliyorsunuz bilmiyorum; ancak bir köşeye geçip davranışları izlediğinizde ya da anlatılanları dinlediğinizde benim gibi düşüneceksiniz gibime geliyor.

Bazı kişiler yaptıkları iyiliklerle, bilgileriyle, kişilikleriyle böbürlenmezken; bazı kişiler sanki her şey onların sayesinde olmuş gibi övünüp duruyor. ‘Küçük dağları ben yarattım’ edasıyla başarılarından bahseden insanlar giderek çoğalmakta sanki. Her güzel şeyde onların katkısı varmış hissini etrafındakilere yaymaya çalışır bir yapıları var. Sanki onlar olmasa o işleri kimse yapamazdı, ortalık toz duman olurdu. Bunun yanı sıra başarısızlıklarından bahsetmek zor gelir çoğu zaman onlara.

Daha net açıklamak için J. Henri Dunant’ ın güzel bir sözünü paylaşmak yerinde olacak: “Öyle horozlar vardır ki öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.” İşte bahsetmek istediğim kişiler tıpkı bu horozlar gibi. Sanırsınız ki onlar ötmese güneş doğmayacak. Hayır, durum bu şekilde olsa bile bunu ulu orta belli etmek niye? Gözümüze batırmasanız bir şeyleri de, biz fark etsek; zamanı geldiğinde hakkınızı versek.  
Horoz kardeş öterken dikkat et, benden söylemesi. Erken ötersin filan, aman diyeyim. Hemen belirteyim, bu yazdıklarım ‘varlığıyla güneşe meydan okuyan daha doğrusu okuduğu sanan’ horozlar için geçerlidir. Yerini ve haddini bilenlere sözüm yok. :)

18 Nisan 2011 Pazartesi

Rolünü İyi Oyna

İzlediğiniz filmleri hatırlayın. Kimi güzel kimi kötü bir sonla biter. Nasıl bir şekilde sonlanacağını daha ortalarındayken tahmin ettikleriniz ya da aklınıza gelen ihtimallerden farklı bir şekilde sonlananlar olur. “Böyle bir son da olmaz ki, havada kaldı” dedikleriniz veya “Olaydan çok koptular, o kısım da nereden çıktı” dedikleriniz vardır. Bazı filmler birbirine benzerdir, bazıları ise özgün bir konuya sahiptir. Her film herkese aynı duyguları aşılamaz, aşılayamaz. Aynı film farklı kişilerde değişik hisler uyandırabilir.

Şimdi filmlerin yerinde hayatlarınızı yerleştirin. Kendinizin, çevrenizdekilerin, hiç tanıyamadıklarınızın… Zaman zaman benzer durumlar yaşanır farklı kişilerin hayatlarında, bazen birinin ağırlığını diğerinin anlayamayacağı durumlar. Çoğu kişi kendisinin durumunu daha çekilmez bulur. Bir başkasının neler hissettiğinden habersiz kendi yaşamına devam eder.
Hayatlarınız bir film gibi değil mi aslında? Herkesinki başlı başına bir film değil mi zaten? Yönetmeni, senaristi, oyuncuları, konusu, başlangıç ve sonları farklı; izlenen filmler gibi gelmiyor mu size de?

“E o zaman, herkese mutlu sonla biten bir film şansı sunulmuş olmuyor ki” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, her kişiye mutlu sonla biten bir film şansı sunulmuyor olabilir; ancak bu demek değildir ki bu kişiler yaşamlarının hiçbir aşamasında mutlu olmuyorlar. İnişli çıkışlıdır hayatlar, güzellikler kadar çirkinlikler de vardır. “Şanslı doğmuş” diyerek nitelendirdiğimiz kişiler acınası hale gelebiliyorlar. Neyin ne zaman geleceği, gideceği belli olmuyor.

Bizlere verilen birer senaryo,  başrol biziz kendi oyunumuzda. Başkalarının oyununda yardımcı oyuncu ya da figüranız belki de. Yönetmenimiz yine kendimiz miyiz, buna emin olamıyorum. İkinci yönetmen daha etkili olabiliyor kimi zaman.

Şartlar ne getirirse getirsin unutmamız gerekenler var. Hangi evrede olacağı bilinmez; fakat eninde sonunda mutluluk, huzur gibi kavramlar herkesi bulacak. Havada kaldığını sandığımız durumlar elbet bir sonuca bağlanacak.

Bu hayatta kahkahalar dolusu gülmek de var, tabiri caizse salya sümük ağlamak da. Hiçbir şekilde sahip oldukları ile yetinemeyenler de yaşadığını düşünüyor, her koşulda huzurlu olmayı başarabilenler de. Kendini mutlu etmenin sırrı çevrendekileri mutlu etmekten geçiyor mantığını görebilenler de var, ben mutluysam sorun yok diyebilenler de.  

Her anın tadını çıkarabilmeyi, her şeye rağmen gülümseyebilmeyi, yaşanmışlıkları tebessümle hatırlayabilmeyi ve onlardan iyi kötü dersler çıkarabilmeyi unutmayın lütfen. Her koşulda hatırlayın: Filminizin başrol oyuncusu sizsiniz, yönetmeni de siz olmalısınız.

15 Nisan 2011 Cuma

Sürpriiiizzz

Durağanlığa kapılıp gider insan çoğu zaman. Hatta durağanlığa öyle alışır ki farkına bile varmayabilir değişmeyenlerin.

Yaşam akar gider ve akışa ayak uydurmaya çalışır. Çalışır çalışmasına da ne kadar memnun olur acaba.  Memnunluk derecesine göre 
diğer günleri de etkilenir muhtemelen.

Kimi zaman tek bir sürpriz bekler hayattan, birinden veya bir olaydan. Hiç beklemediği anda gelecek olan sürprize ihtiyaç duyar.

Gelen sürpriz, yorgunlukların kalıcı etkilerini silsin ister insan bazen. Dünyanın sandığının aksine güzelleşebileceğini görmek, tanıdık yüzlerde tanıdık ruhları görebileceğine inanmak ister.

Bakmayın dillendiremediğine, daha neler neler ister aslında. Çok şey de değildir hani istediği; alt tarafı beklemediği bir anda bir mucize gerçekleşsin, yeter ki gülümsesin.

Gücüne güç katmak için aniden yanaşan bir yenilik bekler. 
Hayatın düşündüğü gibi olmama ihtimaline doğru 
kanat çırpmayı umar işte.

Ben de umuyorum ve bekliyorum ihtimallere gidecek kanat çırpınışlarımı, dünyanın sandığımdan   daha yaşanabilir olduğuna  inanmayı, tanıdığım yüzlerde tanıdığımı sandığım ruhları görebilmeyi, dinlenebilmeyi...  

Haydi buyurun sürprizlerinizi. 
Beklediğiniz, ihtiyacınız olan vardır kutunun içinde belki. 
Keder, kahkaha, 
huzur, güven, 
doğru, yanlış…
Diledikleriniz yanı başınızda beliriversin. 

7 Nisan 2011 Perşembe

Bana Müsaade

Nereye olduğunu önemsemeden nedenini bilmeden gitmek istediğiniz oldu mu daha önce? Hani yapayalnız olduğunuza sevinmenizi gösterecek şekilde bir gidiş, hani kimseyi tanımadığınız bir yere, hani belli bir amaç için var olmak zorunda olmadığınız bir şekilde.

Büyük ihtimal, çoğumuzun belirli bir dönemde gidesi gelmiştir bilinmeyene. Gidenlerimiz olmuştur gidemeyenlerimiz. Dönüşte ya bırakıldığı gibi karşılaşılır her şeyle ya da yeni baştan ‘merhaba’ denir yeni güne.

Böyle gidişlerin kime, nasıl faydası dokunur bilinmez. Zaten sonu da düşünülmez ya, neyse. Önemli olan; içten öyle gelmesidir, düşüncenin davranışa dönüşmesiyle insana tadını vermeye başlayan histir. O his ki insana çoğu şeyi yeniden hatırlatır.

Peki siz hiç kendinizden gitmek istediniz mi? Düşüncelerinizden, irdelediklerinizden, duyduklarınızdan, gördüklerinizden, istemediklerinizden, bildiklerinizden,…

Kendinden gitmeyi neden arzular ki insan, kararsız ise mi? Yoksa karar vermekten kaçmak için mi? Yoksa zayıflıklarının farkında olduğu 
ve onlara yenilmemek için mi?

Belirtmem gereken bir şey var bu noktada: Bahsettiğim öyle kolaya kaçmak isteyenlerin tercih ettiği gitme şekli değil. Başka türlü bir şey. Umursamazlığın ilerlemiş hali ya da umursamaz olmak isteyen birinin tercihi diyelim. Bu tercih birkaç gün öncesinde gelen anlamsız huzurun rahatlığını iyice hissettirmesi için gönderdiği davetiyeden ibaret de olabilir.

Kendimden gitmek, huzurun getirdiği davetiye ile bilinmeyene yolculuğa çıkmak, konforun zirvesinde unutmak istiyorum aklımdakileri. Yalnızca, kendimden kaçmak istiyorum; tabii ki geri gelmek üzere.

Gittiğimden midir nedir, bu sefer toparlayamadım konuyu galiba.
Gitmediysem de şimdi gidiyorum işte. 

3 Nisan 2011 Pazar

Hoş Geldin Anlamsız Huzur

Detaylara takılıp kaldığım zamanlarda düşünme eylemini bırakacağıma dair karar alırım. Her şey üzerime geldiğinde biraz nefes almak için en iyisinin düşünmemek olduğunun farkına varırım. Bir iki gün ya da birkaç hafta aldığım kararı uygular sonra yeniden başlarım irdelemeye. En ince ayrıntıları tekrar tekrar yeniden sorgularım. “Düşün düşün nereye kadar” desem de kendi kendime, bir türlü beceremem düşünmeyi bırakmayı. İçim rahat etmez. Kayıtsız kalmak hoşuma gitmez.

Bu aralar biraz tersi oluyor. Düşünmekten yoruldum veya tek taraflı düşünmenin kimseye yararı olmadığını anladım. Sebebi her ne olursa olsun ben artık anlam aramayı bıraktım. En azından bunu yapabilmeyi yürekten istiyorum.

Anlamsız gelmeye başladı bazı şeyler. Gereğinden fazla büyütmemek lazımmış verilen değerleri. Bunu geç mi anladım yoksa kötünün iyisi de vardır mı desek bilemedim. Nedense tahammül sınırlarım zorlandı ve boşa kürek çekmenin kas bile yapamayacağını yazdım beynimin her köşesine. Hal böyle olunca anlamsızlık büyüdü de büyüdü.

Anlamsız hissetmek güzelmiş aslında. Neye olduğu belli olmayan şapşal bir tebessüm, sebebi belirsiz bir mutluluk, hiçbir şeyi kafaya takmayan bir rahatlık… Sonuç mu? Muhteşem bir huzur. Gitme benden sebepsiz yere gelen huzur. Kal ki böyle, tebessümlerimin gerçekliğine kaptırayım kendimi. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...