Hakkımda

Fotoğrafım
Hayatı yaşanması gerektiği gibi yaşayan; aynı zamanda insan olmanın gerekliliklerini yerine getirebildiğini düşünen biri. Gülümseme ise hiçbir durumda yüzünden eksik etmediği bir davranışı. Mucizeleri bekleyen değil, onların peşinden koşan; mutluluğu ve huzuru yakalamak için elinden gelen her şeyi yapan aynı kişi.

31 Temmuz 2011 Pazar

Bölündü Zaman

Belli dönemler vardır zamanın ikiye bölünür gibi yaptığı ya da bizlere öyle göründüğü. Bir yandan durmaksızın ilerlerken zaman, diğer yandan olduğu yerde durur öylece. Ara verir sistematiğine. Mırıldanmaya başlar iç ses: ‘Şimdi uydurdun işte, zamanın sistematiği mi olur hiç?’
Sistematiği ona göre yok belki; ama bize göre var. “Zamanla olur, zaman lazım, zamana bırakmalı, zaman ilaç gibi gelir ve daha nice kalıplaşmış cümleler…” Oysa bu kalıplaşmış cümleler, o anı baştan savma aracı gibi.
Zaman kontrol dahilinde ilerleyen bir kavram değil ki? İstenilse de istenmese de anı değiştirmeye devam edecek. Bazen öyle bir hal alır ki yaşananlar, bölünür zaman ikiye. Genel zaman değişime devam ederken hayali olan duruverir. Esas olanın ilerliyor oluşu onun vurdumduymazlığına etki etmez, edemez.
Akışa ara veren kısım, kimi zaman dışarıda ilerleyenin farkında olamazken kimi zaman onu da hesaba katar. Farkında olması veya olmaması arasında bir fark var mıdır diyecek olursa iç sesim, ona gelsin bu cevap: Evet arada bir fark vardır. Bilinçli olarak zaman durmuş gibi yapmak bünye için daha faydalıdır. Diğeri hayattan kopuşa sebebiyet verebilir.
İç sesin aklına düşebilir şimdi; hayalinin geneli yakalayıp yakalayamayacağı, kaldığı yerden devam edip edemeyeceği. “Bunu da düşünmeyiver bir zahmet” desem alınır, bilirim. O da kendince haklı tabii, kaldığı yerden devam edebilmek önemli bir olaydır.   
Dilerim ki bölünen zamanların kontrolünün kaybedilmediği, kalınan yerden devam etmenin yanında daha güçlü ve daha istekli adımların atıldığı güzel günleri herkes yaşasın. 

30 Temmuz 2011 Cumartesi

‘Karamsarlık’ Dese Biri

Yazılarımın çoğunda pozitif düşüncelere yer veriyorum, biliyorsunuz. Kendime, çevreme, sizlere güzelliklerden bahsetmeye çalışıyorum. Negatifliği ele alsam bile, sonunu pozitifliğe bağlıyorum. Bu benim yeniden yenilenme şeklim.
Geçmişten dersler çıkararak ilerlemek, not düşülenleri yinelememek, aynı zamanda “her şeye rağmen” diyebilmek… Kendime avazım çıktığı kadar bağırarak söylediklerimi sizlere fısıldamak…
Bu sebeplerden dolayı ‘ılımlı’ idi fısıltıyı niteleyen sıfat. Hatırlatmaktı olumluluğun artılarını sizlere -en başta kendime- ve hayata meydan okumaksa meydan okumaktı yapılacak. Sitem etmeden; başarabilme inatçılığıyla devam etmek.
Blog başlığımdaki ılımlı kelimesinin önüne bir ünlem yerleştirmiştim. Amaç, bütün ara yolları olumlu caddesine çıkarmak olduğu halde; nadiren de olsa olumsuz kavşağından dönmek zorunda olacağımızı hiç çıkarmamıştım aklımdan.
‘Ilımlı’nın hakkını verdiğimi düşündüğüm gibi parantez içindeki ünlemin de hakkını verdiğimi düşünüyorum. Blogum lezzetli bir pasta ise benim gözümde; ünlemin hakkı, pastanın küçük bir dilimi. Kocaman bir bütünün içinde küçücük bir dilimin lafı olmaz aramızda değil mi?
Karamsarlığı üstün tutsak bu yazıda. Karamsar olduğumuz zamanları hatırlasak ve üzüntünün en derinene gitsek. Karamsar olmak iyidir desek. Karamsarlık, dönüp dolaşıp gelinecek hoşluğa ulaşmada gereklidir desek. İnanmaz mısınız sahi?
Karamsarlık o kadar kötü bir şey değildir ki zaten. Her zaman takınılacak bir tavır değildir, orası kesin; ama hiç takınılmayacak kadar da nefret edilesi değildir. Bazen öncekinden daha hırslı olmaya bile yarayabilir. Derinlerden çıkış için bir kilidi açmak gerekiyorsa eğer; anahtarlardan biri karamsarlıktır bazen. Abartmamak şartıyla tabii ki.
Fark ettiniz siz de değil mi? Yine iyimserliğim kendini göstermeye başlıyordu neredeyse. Neyse ki susturacağım şimdi onu; çünkü bugün karamsarlığın günü. Sempatik geliyor bugün bana o. Fazlalaştırmayacağım. Beraberinde yakınmaları, isyanları, çözümsüzlükleri, bahaneleri, mutsuzlukları getirmesin diye. Kararında bir karamsarlık düşüncesi sadece var olan. Yazıya özgü… 

26 Temmuz 2011 Salı

Gülümsetenlerden

Çocukluğumun pamuk şekerden sonraki en güzel armağanlarından biri o. Daha okula bile gitmiyorken annemle salı pazarına gidişimin en hoş anlarının hatıralarda kalan kısmı o. Köye gittiğimizde yoldan geçen amcadan evdeki herkese yetecek kadar tabağa aldığımız ve evde hazırladığımız tatlılık o.
Doğduğum şehirde tatmıştım onu ilk. Sürekli istediğim, dondurmadan bile daha çok sevdiğimdi. İlkokul yıllarımda taşındığımız şehirde yoktu başlarda, sonraları oraya da geldi. Üniversite için gittiğim şehirde de yoktu; ama buzdan yapılanı çıkmıştı. Sıcakta meyve suyu ile buzu karıştıran bir buluş gibi dükkanlardaki yerini almıştı. Şimdi başka bir şehirdeyim ve burada da çocukluk armağanım var. Hala o güzellikle sevinebiliyorum. Sıcak yaz günlerinin serinleticisi unvanını kaptırmış değil hala başka bir güzelliğe.
Evet evet, o dediğim bildiğimiz kar helvası. Kış mevsiminde dağlara açılan çukurlarda biriktirilen karların yaz mevsiminde çuvallarla piyasaya çıkışı ve satışa sunuşu. Sıkıştırılmış kardan bardak yardımıyla kazınan parçanın üzerine dut veya vişne şurubu ya da pekmez konularak nefis bir lezzet haline dönüşü.
Enfestir o, lezizdir o :) Daha ne diyeyim ki ben o’na? Güzel işte :) 

24 Temmuz 2011 Pazar

Ne Alırdınız?

Alternatif 1: Garson gelir, menüyü uzatır. Ya gider ya da başınızda bekler. Özenle hazırlanmış bir menüde gözleriniz gezinirken beraberinizdekilerin ne yiyeceğini veya içeceğini de sorarsınız. Kararınızı verir ve yapmış olduğunuz seçimin siparişini verirsiniz. Sonra bekleme eylemi devreye girer. Bu süre içerisinde genelde sohbet edilir.
Alternatif 2: Garson gelir, ne istediğinizi sorar. Elinde bir menüyle gelmediği için aslında o daha söze başlamadan aklınızdakini söylersiniz. Seçim yapabilmeniz için daha geniş bir menü sunulmamıştır. Bu yüzden fikir edinme aşamasında biraz eksiklik kalır. Yeni bir şey deneme girişiminde bulunmayabilirsiniz. Siparişin gelmesi için devreye giren bekleme süresinde sohbet edilir.  
Alternatif 3: İçeriye girdiniz anda yanınıza gelecek bir garson yoktur. Kasaya doğru gidersiniz ve istediğinizi alır, parasını öder ve geri dönersiniz. Kendi servisinizi kendiniz yaparsınız. Hizmet mutfak aşamasıyla sınırlıdır. Kasa önündeki sırada beklerken, verilen siparişin hazırlanması beklenirken, yemek yerken bol sohbet edilir.  
Alternatif 4: Malzemeleri almak, kullanmak, servise hazır hale getirmek ve sunmak; her şey size kalmıştır. Kullanılacak araç gereçler size ödünç verilir. Onları aldığınız gibi teslim etme sorumluluğunuz vardır. Sizden sonra gelecek kişileri düşünerek hareket etme burada daha fazladır. Hazırlık aşaması diğerlerine göre daha yorucudur; ancak eğlencesi daha bol olabilir.    
Nihai Son: Servisiniz bir şekilde yapılır. Tabağınızdaki yemekler sizin tercihlerinizdir. Onu afiyetle yemek de burun kıvırarak aç kalmak da yine sizin tercihinizdir. Seçimleriniz doğrultusunda genel bir faaliyeti gerçekleştirmek için tüm koşullar sağlanmış durumdadır.
Hayat da biraz böyle değil midir? Birden çok alternatifi bir arada tutan ve isteklerimize göre seçim yapmaya iten ve nihayetinde aynı sona ulaştıran…  
Hangi alternatifi yaşıyor olursanız olun tabağınızdakine razı olmakla mükellefsinizdir. Mızmızlanmadan karnınızı doyurmaya odaklanın ki tabağınızda gözü olan sizden önce kapmasın yemeklerinizi.  
Afiyet olsun ;) 

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Nereye?

Kayboluyorum boşlukta. Gittikçe gidiyorum, nereye gideceğimi bilmeden. Sağıma soluma bakınıyorum, bir iz bulamıyorum. Arkama dönüyorum, bulanıklaştırmışlığımı fark ediyorum. Bulanıklığın yok olabileceği umuduyla önüme dönüyorum, yönümü bulamıyorum. İlerlemek için bir işaret arıyorum, göremiyorum. Ürkek tavırlar sergiliyorum hiç beklenmedik şekilde. Bir o kadar da eminlik hissediyorum ürkekliğimde. Bunu bile kontrollü yaptığıma inanmakta güçlük çekiyorum. Boşlukta var olmaya devam etmenin inatçılığıyla anlamsız düşüncelere dalıyorum. Bir an önce kaçmam gerektiğini seziyorum. Olmuyor, donukluğumu harekete geçiremiyorum. Biraz durup rahat nefes almaya çalışmak gerekirken, daha da hızlanmaya başlıyor kalp atışlarım. Bir ses duysam, oraya yönelsem diye geçiriyorum içimden. Diğer yandan, o sesin içimden geleceğini iyi biliyorum. Kendime kendimden daha yararlı ne olabilir ki? Tıpkı kendimden daha zararlı bir şey olmayacağı gibi. Duruluğa geçişi fırsat biliyorum ve bulanıklığı peşimde götürmemeye söz veriyorum. Buna izin vermeyecek dış güçler yüzünden sözümü tutabileceğimi pek sanmıyorum. Belirsizlik içinde zaman ilerlerken ben yerimde saymaya devam ediyorum.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Aynı Merdivenler

Bana göre, farklı bir labirentin içinde olduğumuzu söylemiştim. O labirentteki merdivenlerden birini ele alacak olursak neler söyleyebilirim, bir de buna bakalım.
Bir merdiven düşünün ilerlediğiniz. Koşar adım mısınız yoksa yavaş mı? Her bir parçayı tanıyarak ilerlemek daha doğru iken üçer beşer basamak atlama hevesi içerisinde olmak daha yanlış değil midir?
Doğru - yanlış hesabını bir kenara bırakıp düşünelim. Koşar adım çıkılan ya da inilen merdiveni tüm gerçekleriyle algılamak mümkün olmayabilir. Tüm gerçekleriyle algılanması o an gerekli de görülmeyebilir; fakat atılan her adımın hissedilmesi ve o şekilde devam edilmesi anlamlıdır. Her adımda, her harekette, her öne bakışta görülecek bir nokta var olduğundan onu hissedememek bir eksiklik gibidir.
Kenarındaki korkuluğun, hayatın kendisinin olduğu bir merdivende ilerlemek de hayatı yaşamaktır aslında. Sizce de öyle değil mi? O korkuluğa sıkı sıkı tutunmak, bir o kadar da ondan uzak durmak… Yine de dokunmaktan vazgeçmemek… 

14 Temmuz 2011 Perşembe

Kırıntılar…

Söyleyeceklerim olmadığından değil susmam; aksine çok oluşlarından.
Söyleyeceklerimi dinlemek istemediğinden değil susmam; aksine dinledikten sonra hoşuna gitmeyeceğinden.
İçimdekileri paylaşmak istemediğimden değil susmam; aksine umurunda olmayacağını bildiğimden.
Sessizliğimin sesi bile boğmaya yeter aslında; izin verirsem eğer.
Sessizliğim bile bana aslında; böylesini gerekli gördüğümden.  

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Farklı Bir Labirentteyiz

Bilirsiniz, hayat bir labirent gibidir. Girişi ve çıkışı bulunan ve bu iki nokta arasında farklı yolları bir arada tutan ve aynı zamanda bazı yolların kesiştiği bazı yolların çıkmaza girdiği bir labirent.
Bildiğimiz labirentlerden farkı, tek bir doğru yol barındırmıyor oluşudur. ‘Girişten çıkışa uzanan en kısa yol, makbuldür.’ düşüncesini de yalanlar niteliktedir.
Aynı zamanda çok boyutludur bu labirent. Yollarda merdivenler vardır, bazıları ileri bazıları geri yönde. Kimimize geri dönüş olan kimimize ileriye gidiştir.
Hepimizin karşısına farklı seçenekler çıkar. Önceden tahmin edilemeyen ve seçimi ezberden yapılamayan seçenekler bunlar. Seçimlerin ezberden olmayışıdır zaten labirenti çekici kılan.
Bazen dönüp dolaşıp aynı noktaya gelinir labirentte. Aslında aynı noktaya gelinse bile değişen bir şeyler vardır mutlaka.
Zaman zaman ara verilir, duraklanır. Bu esnada mevcut şartlara göre en iyisini yapmak için düşünülür. Düşünmek çözüm getirmiyorsa alternatifler tekrar gözden geçirilir.
Bazen aynı yolda birileriyle karşılaşılır. Bazen ne arkada ne önde hiç kimse yoktur. İkisi de kimi zaman mantıklı gelebileceği gibi kimi zaman mantıksız gelebilir.
Bilirsiniz işte! Hayat bir labirent gibidir. Girişten itibaren başlanan seçimlerin götüreceği ufuklara açılan ve çıkışı görmeden devam edilebilen. 

12 Temmuz 2011 Salı

Olumlu Bakış

Hayat, öyle / şöyle / böyle… Herkesin farklı bir yaklaşımı var hayata karşı. Zaman zaman anlatımların içeriği değişse de aslında hayat, her şey. Her duygudan biraz biraz barınıyor içinde. Fazla kaçan duygu dengeyi bozuyor.
Bozulan dengeyi normaline getirebilmek veya dengeyi sabit tutabilmek adına olumlu bir tutum sergilemek gerektiği söylenir. Bunu sadece sözde gerçekleştirebilenler olduğu gibi davranışlarında da gerçekleştirebilenler vardır. Hangisi olursa olsun kişi daha iyi hissedecektir, bu bir gerçek. Yalnız şöyle bir sorun var ki; sadece sözde olumlu bakabilen kişiler kendileri ile baş başa kaldıklarında durum kötüleşir. Tek başına üstesinden gelememeleri kaçınılmaz olabilir. Fakat davranışlarında da olumlu olabilen kişiler bir sonraki adımı atmak için kendilerini daha güçlü hissederler. O adımın atılmasına karar verebilmenin yanı sıra harekete geçerler. Farkında olarak yaşamayı başarabildikleri için iç huzurları daha fazladır.
Hayata baktığımız pencerenin boyutu da, gördüğü manzara da önemli değil. Bizim o manzaraya nasıl baktığımız, bakarken de ne gördüğümüz önemli. Her olumlunun arkasında bir olumsuz olabileceği gibi her olumsuzun arkasında bir olumlu olabilir. Arkasında dediğime de bakmayın, yanında da olabilir. Hangisine daha fazla anlam yüklediğiniz, yaşayacaklarınızı yönlendirecektir.
Şimdi sıra sizde, anlamlarınızı istediğiniz şekilde yükleyebilirsiniz. Kendinize dikte ettiğiniz bu yükleri, yeri geldiğinde kullanacağınızı da unutmayınız. En bolundan olumlu bakışlar... İşte böyle :D

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Saklambaç Başlasın!


Karar versek saklambaç oynamaya. Önce ebeyi seçsek, sonra o gözlerini kapatsa ve saymaya başlasa. Hepimiz kaçışsak, saklansak bir yerlere. “Önüm arkam sağlım solum sobe, saklanmayan ebe” diye seslenip açsa gözlerini ve bakınmaya başlasa etrafa. O uzaklaştıkça biz onun arkasından çevirdiğimiz oyunu sergilemeye başlasak. Başta seçtiğimiz ebeyi tekrar ebe yapma çalışmalarımız başarıyla sonuçlansa. O biraz bozulsa bize; yine de yumsa gözlerini yeniden. Aynı oyunu yeniden oynasak ona. Bu sefer kanmasa bize, itiraz etse. Yeni bir ebe seçmek için bir kere daha oynamaya ikna etsek ve aramızdan birini sobelese. Sobelenen, arkasından çevrilecek oyunu bildiği halde çaresiz kapatsa gözlerini ve başlasa saymaya. Tahmin edildiği gibi kimseyi sobeleyemese ve bu oyun böyle sürüp gitse. Saklambaç sona erdiğinde; kandırılmanın verdiği kırgınlığı, kandırmanın getirdiği sevinç yapıştırsa ve yüzler gülse. Başka bir gün yinelense bunlar. Saklambaç oynamak için başlasak, oyun içinde oyun oynasak. Oynasak ya sadece!

8 Temmuz 2011 Cuma

‘Pişmanlık’ Dedi Biri

Pişman olma durumunun yaratacağı etkileri bilirsiniz. Derin düşünceler, net olamama, biraz üzüntü, fazlaca kendine kızgınlık, etrafta suçlu arama ve dahası.

“Pişmanlığın da devam edeceği bir sınır olmalıdır” gerçeğini göz ardı edenler, kendilerini üzmeye devam ededursunlar. Biz biraz düşünelim pişmanlık hakkında.

En büyük pişmanlık nedir sizce? Akla gelenleri uygulamamak mı yoksa ölçüp biçmeden uygulananlar mı? Hangisi daha ağır pişmanlıklara sebep olur ya da ikisi kısmen eşit midir? Tercihlerin ve davranışların sonuçları istenildiği veya tahmin edildiği gibi olmayınca ortaya çıkan o ruh halinin başlangıcının neresi olduğu o anda çok önemli değildir aslında. Yalnızca, sonrakiler için yol gösterici olacaktır kişiye.

Karar verebildiniz mi? Aklınızda yer edinmesine rağmen uygulamaktan çekindikleriniz… Sırf aklınıza düştü diye değerlendirmeden hayata geçirdikleriniz… Ağır basan sebep kişiye göre değişebilir belki. Dikkat edilmesi gereken pişmanlık sonrası izlenecek yol ve takınılacak tavır.

Yaptıklarınız kadar yapmadıklarınız da pişmanlık yaratabilir. Hatta ikisi birden çalışıyor da olabilir. Onlar durmaz; siz durun. Doğru adım atmak için düşünmek lazım; lakin düşünmeyi de abartmamak lazım.     

O el, sizin eliniz olabilir mi?

6 Temmuz 2011 Çarşamba

/ Anlarım ve Çalışmalarım Olsun Yeter /

Sevgili b3ngü ve googhan mimlemişler beni, teşekkürlerimi sunuyorum. Bu konu hakkında da fazla düşünmeme gerek olmadı.   

Yeni mim konusu: “Evinizde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsanız neyi kurtarırdınız?”

Cevabım hazır: Kesinlikle bilgisayarım. Sebebi sorulmamış gerçi; ama ben kısaca bahsedeyim. Bilgisayarım fotoğraflarıma ve dokümanlarıma sahip çıkıyor. Onu kurtardım mı yeniden başladığım hayatta sıkıntı çekmem. Gerekli bilgiler yanımda olacak. 
İlk yaş günümden...
Bir de bilgisayarımda tamamı bulunmayan çocukluk fotoğraflarımın da bulunduğu albümlerimizi kurtarmak isterdim ki tek bir eşya denildiği için bilgisayarımın çantasını önceden onlarla doldurmuş olmayı umut ediyorum. Bu mümkün gözükmese de en azından bilgisayarımı onların arasına yerleştirip uzaklaşmam lazım evden. Diğer her eşya, parayla satın alınabilecek nitelikte. Onları geri kazanabilirim; fakat hatırlanmaya değer zamanlarımızın özeti olan albümlerimizi geri getirecek bir miktar yok. O albümler sadece benim ya da kardeşimin değil, annemle babamın da çok güzel anlarına şahitlik ediyor; hatta akrabalarımız ve tanıdıklarımızın da.

Çok önemli bir not düştü aklıma. Albümlerimizi her ihtimale karşı kopyalamalıyız. Bunu kısa sürede yapmam gerek :) Ne olur ne olmaz…

Bu arada eşya olarak kısıtlandığından dolayı evde tek başıma olduğumu ya da evde bulunan kişilerin kendini kurtarabileceğini varsayıyorum.

Ben de sizleri mimliyorum ;)

3 Temmuz 2011 Pazar

Şahane Duygular

Uzun yürüyüşler… Konuşmadan… Sessiz ve rahatlatıcı… 

Temiz hava, hafif yakan güneş, pırıl pırıl gökyüzü.

Etrafta cıvıldaşan kuşlar, inatla yürüyüşe eşlik eden köpekler.
Parktan gelen geçene “merhaba” diyen minikler, adeta oyunlarına davet eder tavırlar.

Bunaltıcı sıcağa rağmen artan mutluluk, neşenin serinlettiği ruhlar. 
Yeşil ve mavinin buluştuğu güzellikler, işte vazgeçilmez anlardan biri. 

Bize kalan ne peki? Tabii ki sadece :))

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Hani...

Hani her şeyden istersin ya hayatında, ondan bundan şundan. Hepsi birden olsun istersin. Hani tek kalemle başlayan isteğin giderek büyüyen bir liste haline dönüşür. Liste büyürken kelimelerinde, gittikçe küçülür gibi gelir ya hani aklında. ‘Az şey istiyorum aslında’ der ve buna en çok sen inanırsın ya hani.

Hani bir tanesine bile sahip olsan sevinecek kadar aza kanaat edersin. Hani bir o kadar da, hemen yenisini ekleyecek kadar bencilsindir. Hani doymayan gözünü göremeyecek kadar da körsündür.   

Çekinme çekinme, koy sepete istediklerini. Ne de olsa düş senin, sepet senin. Al alabildiğini. Al almasına; ama ödeyeceklerini de unutma. Bedelsiz bir şey yok çünkü bu dünyada. Alışverişin biterse bir şey diyeceğim.    
Hey! Uyanma vakti. Hayat, her istediğini anında alabileceğin bir mağaza değil ki. İyi ki de değil. O kadar kolay olsaydı, neyin tadı çıkardı ki? Neyin kıymeti bilinirdi ki? Sepeti doldurmak kolaydır, aldıklarını tüketmek de öyle. Ya verdiklerin, verebileceklerin? Onlar da kolay mı senin için?

Unutma! Her istediğini her istediğin anda alamazsın. Listeyi hazırlamak gibi kelimelere bakmaz o araba. Zamanı vardır her şeyin. Sana göre gelmiş olsa da o zaman, araba hazır değildir daha.

Hani uykudaydın ya sen biraz önce, uyanmadın belki hala. Körsün ya hani, sağırsındır da belki. Olsun. Raflara uzan sen yine de. Listen kalabalık ya hani. Elini çabuk tut, kap kapabildiğini yine de. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...