Hakkımda

Fotoğrafım
Hayatı yaşanması gerektiği gibi yaşayan; aynı zamanda insan olmanın gerekliliklerini yerine getirebildiğini düşünen biri. Gülümseme ise hiçbir durumda yüzünden eksik etmediği bir davranışı. Mucizeleri bekleyen değil, onların peşinden koşan; mutluluğu ve huzuru yakalamak için elinden gelen her şeyi yapan aynı kişi.

19 Ağustos 2011 Cuma

/ Blogger N’lerini Seçiyor ! /

Mim yazılarına benzer bir uygulama ile karşı karşıyaymışız. Blog yazarları kendi arasında, belirlenen bazı kategorilerde en’leri seçiyormuş. Duyduk duymadık demeyin!
Bilgi vermek adına: ’Yazının başlığı " Blogger N'lerini Seçiyor ! "şeklinde olmalı. Bir bütün halinde ilerlemeliyiz. Her kategori için en fazla 3 kişi yazabilirsiniz.  Ekstradan 1 kategori daha ekleyip, seçiminizi yapabilirsiniz. Kategori açarken tercihinizi mümkünse en zeki, en güzel, en akıllı gibi şeylerden yana kullanmayın. Tamam, birbirinizi tanıyor olabilirsiniz. Ama burada genel bir seçimden bahsediyoruz ve birbirimizi sadece yazılarımızdan tanıyoruz. Yazılardan yola çıkarak sonuca varabileceğimiz kategoriler olmalı. (Kişileri rencide edecek, küçümseyecek türden kategorilere kesinlikle yer vermeyin.)  Aynı kişiyi birden fazla kategoriye yazabilirsiniz.’
Sevgili Hayal Meyal beni de dahil ederek seçim yapmama vesile oldu. Büşra’ ya teşekkür ediyor, kendimce en olduğunu düşündüğüm kişileri sıralıyorum.
En İyi Tasarıma Sahip Blogger: kancule, ÖZGÜR, sedef serin
En Güncel Blogger: Hayal KahvemHemera-Nyks, Ful Yaprakları
En Meraklı Blogger: GÖK-TÜRK
En Çok Gezen Blogger: CWRM, nil(mavinin güncesi)
En Çok Bilgilendiren Blogger: Burak(dalgaizleri)  
En Çok Kendini Anlatan Blogger: Missbone, YaşamPINARIM
En Akıcı Yazan Blogger: Volkan, particle
En Aşık Blogger: Mia, khpkdr
En Çok Eğlendiren Blogger: Vladimir, hayalhanem, googhan
(Bu benden)En İçten Blogger: kancule, İpek’ten, Volkan


Unuttuklarım olmuştur kesin, kusura bakmayın lütfen. Listede adını gören ya da görmek isteyen herkes yazabilir ;)

    18 Ağustos 2011 Perşembe

    Söylerler

    Hemen hemen herkesin her şey hakkında söyleyecekleri vardır. Bir türlü tükenmez söylenecekler. “Onu da söylesem, bunu da söylesem, araya şunu da sıkıştırsam” düşüncesiyle susmanın inceliği kaçırılır. Yerli yersiz söylenir bazı şeyler. Bazen ise ziyan edilir kelimeler.
    Kimi kişiler bildiği şeyler karşısında susmayı tercih eder, kimileri bilmedikleri yanında konuşmayı. Gerçekten bilen kişiden daha çok şey bilircesine sözü alır ve sıralar düşüncelerini. ‘Sırası mıdır acaba?’ diye önüne arkasına bakmadan hem de.
    Aklımızdan her geçen ağzımızdan çıkmak zorunda değildir oysa. Bunu bile dikkate almayan kişiler olur ara ara. Art niyetli veya iyi niyetli... Duydukları ya da gördükleriyle üzmek için paylaşanlar kadar içlerinden geçirdiklerini olduğu gibi paylaşanlar da...
    İş konuşmaya gelince herkes konuşur, vardır elbet herkesin bir düşüncesi. Doğruluğu, yanlışlığı kimin umurunda olur ki? Konuşmak, aklından geçeni söylemek, kendi bildiğiyle yargılamak mantıklıdır onlara göre. Başka bir yol düşünmek uğraştırıcı ve sıkıntı vericidir. Ne gerek var ki haksız çıkmaya?
    Söylerler söylemesine de dinlenirlikleri tartışılır düzeydedir artık. Herkesin düşüncesinin orta yolunu bulmak zordur. Her şey için yorum yapmayı alışkanlık haline getiren kişilere karşılık, her duyduğunu kulak arkası etmeyi alışkanlık haline getiren kişiler belirlemeye başlar.
    Söylerler yani, yapacak bir şey yok. 

    15 Ağustos 2011 Pazartesi

    Öyle…

    Hani bazen öyle canlandırmak istersin gözünde, öyle hayal edersin. Öyle olmasa bile aynı tadı almaya çalışırsın. Düşündüğün gibi görmeyi ve o haliyle ne kadar da güzel olabileceğini anlatmak istersin. Olamayacağını bilsen de bir ihtimal dersin. Bir ihtimal…
    Bütünde değildir aklın, bir kısmını değiştirebileceğine inanarak başlasan yetecektir. Var olan renklere yenilerini katmak, yeni nesneleri ilave etmek istersin. Koyuluğu açmak, canlılığı tazelemek istersin. Yok olmuşlara, unutulmuşlara yer açmak istersin bir köşede.
    Bunları aklından geçirdin ya, şanslısın. Bir an için bile olsa görebildin ya, tarifsiz duygulardasın. Gerçekleşmeyecek olsa da hayal ettin ya, rahatsın. Öyle işte! Üzerine çok ses etmeye gerek yok.

    14 Ağustos 2011 Pazar

    Önemlidir Süreklilik

    Kesintiye uğramayan, engellere takılmayan diye adlandırılır süreklilik. Devamlılığın sağlanabilmesini amaç edinir.
    Sürekli olabilen bir durum daha sağlıklı görülür ve bir kesik oluştuğu anda duruma müdahale gerektirdiğinin sinyalleri algılanır.
    Kesintisiz bir iletişim, kesintisiz bir hizmet, kesintisiz bir üretim, kesintisiz bir… Sürekli olması beklenen ve bu uğurda üzerine çalışılan çok konu vardır.
    İstenilen noktaya ulaşmak mümkün olabilir; yalnız o noktaya ulaşmak kadar onu koruyabilmek de önemlidir. Koşulların sabit kalamayacağı hesaba katılarak çeşitli kontrol araçları ile sistem denetlenmelidir. Bu aşama, yapılması planlananların uygulamaya konulması kadar gereklidir.
    Sürekliliği sağlanmış bir olayın daha ileriye gitmesi imkansız değildir. Her zaman bir üst sınır vardır. Üst sınırı yakalama girişimleri devam ederken mevcut durumun korunmasına özen gösterilmelidir.
    İnsan yaşamı için böyle midir peki süreklilik? Biraz evet biraz hayır. Her duygunun sürekli olması istenmez mesela. Her duygu sürekli olamaz da zaten. Öte yandan bazı şeyler vardır ki sürekli hale geldiğinde bir anlam kazanır. Bir başka açıdan denetleme her zaman kolay değildir. Bir de her durumun daha ilersine ulaşmak istenmeyebilir. Parametreler, kısıtlar, amaçlar sadece sizin kontrolünüzde değildir. Belki de insanı, parçası olduğu diğer sistemlerden ayıran özel bir niteliktir bu.
    Yapılabildiği kadarıyla ve olabilecek durumlarda süreklilik sağlanmaya çalışılmalıdır yaşamda. Süreklilik geldiğinde çelişki ve şüphe ortadan kaybolabilir; hatta sürekliliğin gösterilebildiği durumlarda güven kendisini tanıtabilir. Bunlara ek olarak kalıcılığın önü açılmış olabilir. Olur yani, olmayacak bir şey değil.

    12 Ağustos 2011 Cuma

    İp Kimin Elinde?

    O uçurtma ben olsam ya…” demiştim bir ara. ‘Kaçmaya çalışsam, kaçamasam’ düşüncesiyle başlayan satırlara sığdırmıştım uçurtma olmanın inceliklerini. Her detayını düşündüğümü, her güzelliğine yer verdiğimi sanmıştım.
    Atladığım ve o cümleleri sıralarken değinmem gereken en özel noktayı çok sevdiğim İpek ablam hatırlatmıştı. Yorumunda “İpin ucunun kimde olacağı önemli canım” demişti. Yazarken unuttuğum bu detay ne kadar da gerçekçi bir yaklaşımdı aslında.
    İp kimin elinde olursa olsun o uçurtma onları hisseder, hissettirir miydi? İpi tutan olmasa uçurtma aynı heyecanla uçar mıydı?
    “Tutsak ve bir o kadar özgür…” derken ipi elinde tutana güven beslemek gerektiğini ne kadar da iyi vurgulamışım. Lakin; kimin elinde olduğunu önemsemeden, onu düşünmeden, belki de göz ardı ederek.
    “Giderken de dönerken de ipi yönlendirende güzel hisler uyandıran…” derken uçurtma olmanın gerekliliğinin üstünde durmuşum. İpi elinde tutanı tam olarak görmezden gelmemişim belki; hatta onun için iyi bir dilekte bulunmuşum. Peki ya uçurtmaya yön veren olmanın gereklilikleri? Onları unutmuşum işte.
    O değerli uçurtmanın ipi kimin elinde? Kendisi tutsa ipini, kendisi yükselse göğe, kendisi iniş yapsa çimlere, kendisi…
    Bir dakika, hem uçurtma hem ipin sahibi olunmaz ki. Abarttım ben de iyice. İkisi birden üzerine düşeni yapsın da…
    İşte! -da’ dan sonrası yoruma açık. Hangisi olursan ol, üzerine düşeni yap da… Gerisi teferruat. Yok artık! Asıl orada başlıyor zaten gerçek olay. Süreklilik… 

    9 Ağustos 2011 Salı

    Şaşırtıcıdır Mucizeler

    Bir şeyi çok istersin, o kadar çok istersin ki gün gelir gerçekleşmesine ihtimal vermezsin. O dönemlerde ‘bir öyle bir böyle’ karar veremezsin olacak olana. Bekleyip göreceksindir aslında; fakat bekleme esnasında beklentilerini artırmamak için gerçekleşmeyeceğine odaklanırsın. Türlü hesaplar yapar, günden güne değişen düşünceni izlemeye koyulursun. Tam ümidini kestiğin bir zamanda bir mucize olur resmen. Çok büyük bir mucize değildir esasen. Buna rağmen yetmiştir içindeki kelebekleri havalandırmaya. Bu iyilik başka bir kıvılcıma kadar hatırı sayılır bir yol almanı sağlayacaktır. Beklenmedik anda, aniden gelen bir sürpriz azmini artırmıştır. O halde büyük mucizeye koşmaya devam edeceksindir. 

    6 Ağustos 2011 Cumartesi

    Yerinde Durmalı Keyifler

    Keyiflenmek öylesine zordur ki bazı kişiler için, hayat onlara ne sunsa burun kıvırırlar. Hoşnut olmaları için tüm koşullar bir türlü sağlanamaz. Eldekiyle keyif almayı çok zor zannederler.
    Oysa bana sorsanız ‘keyif nasıl tanımlanır’ diye, çok basit birkaç örnek vererek ifade edebilirim. “Bir su birikintisi bulduğunda neşelenen serçeler gibi, en sevdiği meyveyi evde gezinerek yerken kahkahalar atan çocuklar gibi, kafasında taşıdığı tepsideki tüm simitleri sattığında evine para götürmenin mutluluğundaki satıcılar gibi, müdüründen onay aldığında motivasyonu yükselen çalışanlar gibi, bayramda kapısı çalındığında heyecanlanan tüm insanlar gibi…”
    Sıraladıklarımın ve sıralayabileceklerimin o sırada yaşadıkları keyiflenmek değil de nedir? Böylesine kolay iken keyfi tanımlamak, yaşaması niye zorlaştırılır ki? Hep daha fazla, hep daha fazla hırsı mı köreltti keyif sahibi olamayanları?
    Kendilerini canlı hissettikleri, tasasız bir halde iç rahatlığa kavuştukları binlerce saniyeleri varken bir iki tanesi ile dahi keyiflenebileceklerine rağmen görmezden gelmeleri, kendilerine yazık ettiklerinin göstergesidir bence. Görmeye başlayabilseler bugüne kadar kaçırdıklarına üzülecekler ya da bir yerinden yakaladık diye sevinecekler.
    Keyfimi de aldım yanıma, rahatım doğrusu. Sordum, o da rahatmış. Daha ne olsun :) Göndermeyin keyiflerinizi bir yerlere, dursunlar durdukları yerde. Kimseye ödünç de vermeyin, herkesin keyfi kendine. Hayır, bencil değilim. Keyifsizliğinizi yaşayacak olan siz iseniz keyfinizi de yaşayacak yine sizsiniz. Hepimizin keyiflendiği ve keyfinin kaçtığı detaylar farklı olabilir. Bu yüzden herkesinki kendisine.
    Keyifleriniz her zaman yerlerinde hazır bulunsunlar. Kaçırmaya iten sebepler olsa bile tamamen terk etmesinler sizi. Buna izin vermeyin, vermeyelim. 

    4 Ağustos 2011 Perşembe

    Sessiz Ve Derin

    Bazen hıçkıra hıçkıra ağlamak işten değildir. Fakat o an ağlanmamalıdır, bu daha doğrudur. Kimse için değil kendisi için uygun görmez kişi bunu. O sırada kendisiyle savaş halindedir. Kavga ediyordur kendisiyle, yıkıp yakıyordur. Belli etmemek istercesine gülmeye zorlar kendisini. Sahte bir tebessüm yerleşir dudaklarının kenarına.
    Hemen hemen herkesin bir kere bile olsa yaşadığı bir durumdur bu. Gözyaşları gözlerde birikmeye başlar; ama akıtılmaz. Yanaklardan süzülmesine izin verilmez. Biriktikçe birikirler, ses titremeye başladığından konuşma eylemi bırakılmaya çalışılır. Göz iyice dolduğunda bir damla kayar yanaktan. O damlayla kavga başlar bu sefer. “Neden düştün ki sen yerinden?” dese de sahibi damla bu, anlar mı hiç kavgadan.
    Gözlerin güzelliği o sırada ortaya çıkar, garip taraflarından biri de budur. Kıpkırmızı olmuş bir çift göz, süzülmek için sırada bekleyen gözyaşı havuzu sakinleri, pırıl pırıl parlayan gözbebekleri… Masum olunabilen nadir zamanlardan biridir belki de bu haller. Sahtesi olmuyordur belki de. Ağlamanın en zevkli yerinde kocaman bir gülümsemeyi yüzüne yerleştirebilenler işi biliyorlar. Ne dersiniz?

    2 Ağustos 2011 Salı

    Başka Bir Tarif Bu

    Olabildiğince sade bir adres tarif edeceğim sizlere. Hepimizin kullanabileceği, işimize yarabileceğini düşündüğüm ve hepimizin de az çok bildiği aslında.“İleride başkasına sorarsın.” geçiştirmeleri yok bu tarifte. “Kime sorsan gösterirler.” yalanı hele, hiç yok; çünkü insanlık(!) artık öylesine bencil ki sizin ‘o an’ı yakalamanızı istemeyebilirler. Adresi soran kişiye şaka yapıp kendince eğlendiğini sanan kişiler de yok bu güzergahta.
    Kısacası geri dönüşe sebebiyet vermeyecek bir yolculuğa çıkışın başlangıcı yapılacak sadece. Bakın anlatıyorum, not alın bence. İlk iş olarak, derhal düşünce kuyusundan çıkıyorsunuz.
    “Önce şöyle bir etrafa bakınayım, ne var ne yok, tehlike var mıdır” gibi söylentilere hiç takılıp kalmadan kuyudan uzaklaşmaya çalışın. İlk köşeden dönün hafif rahatlık sokağına. Orada biraz ilerleyin; ama düz gidin, sapmayın ara sokaklara, beklemeyin kuytu köşelerde.
    Keşfe çıkmış edasıyla devam ederken yolculuğunuza, attığınız her adımın tadını çıkarın. Aldığınız nefesi hissederek verin dışarıya. Rutine bağlanmış bir faaliyet gibi olmasın bir sonraki nefes alışınız.
    Siz şimdi rahatlığı her hücrenizde hissediyorsunuz diye gönlünüzden geçene ulaştığınızı sanmıyorsunuzdur umarım. Daha zamanı değil. Tam zırhlarınızı çıkarmaya yeltendiğiniz sırada bir bakmışsınız kötülükler caddesindesiniz. Hayatın kendisinin oyun olduğunu bildiğiniz halde onun size oyun oynadığını sanmaya başlayacağınız şekilde seyre devam etmek zorundasınız.
    Bulunduğunuz cadde tehlikeli olsa da bu aşamaları geçmeniz gerektiğini bildiğinizden düşe kalka ilerleyeceksiniz. Başka çaresi yok. Bazen elinizden tutup kaldıran biri olacak bazen defalarca deneyerek kendiniz kalkacaksınız yerden. Bazen yürümek istemeyeceksiniz tekrar aynı yollarda, bazen ilk anki heyecanla devam edeceksiniz yola.
    Temkinli olma mahallesine giriş yaptığınız zaman anlayacaksınız ki zırhlarınızı tamamen çıkarmak sizin için iyi olmayabilir. Yalnız, onları her zaman dışarıya göstermemek gerektiğini de hatırlatacaksınız kendinize. Burada yolculuğunuz keyif verici olma özelliğini yer yer geliştirecek. Ne kötülüklere ne iyiliklere sıkı sıkı tutunmamanız gerektiğini iyice öğreneceksiniz.  
    Kendinizi aniden mutluluk durağındaki huzur köşesinde bulabilirsiniz. Yolu nasıl bulduğunuzu anlayamadan o noktadan uzaklaşabilirsiniz de. Bu yüzden, orada var olduğunuz sürece dolu dolu geçirmeye bakın dakikalarınızı. Her an kayıp gidecek gözüyle bakın o güzelliğe, tıpkı kötü havanın da her an dağılıp gitmesi gibi.
    Düşünce kuyusuna düşerse yine yolunuz, telaş yapmayın lütfen. Daha nice mutluluk duraklarınız, huzur köşeleriniz olacak rahatlığın doruğunda olacağınız. Adresin hangi noktasında olursanız olun, hissetmeye çalışın. Esas değerli olan o. Hissedebilmek… 
    Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...