Yaşamını gözden geçiren kişiler içerisinde, bir an durup “Ne kadar çok şeyi ciddiye almışım?” diyenler mutlulukları kadar mutsuzluklarını da aklında tutanlar sanırım. Bir şeyleri geride bırakmak kolay olmuyordur onlar için. Gülüşlerinin ardında başka bir gerçek yatıyordur, kim bilir.
Ciddiye almayı biraz açalım derseniz; en ufak bir şeyi bile büyüten, aklındaki düşüncelerin zerresini dahi kenara atamayan, detaylarda gezinip anın tadını kaçıran, kulağa kaba da gelse muhabbete limon sıkan, etrafındakilerden ziyade kendisini hoşnutsuzluğa iten, başkalarının vurdumduymazlığı yüzünden kendisini hırpalayan, daha bir sürü şey…
İncelik güzeldir; herkesi, her şeyi düşünmek iyi niyettir. Tamam da bu iyi niyet, bu incelik çok mu gerekli gerçekten? Ya da sınırı nereye kadar? Sınırını aşan kişiler, geriye dönüp baktıklarında gördükleri resim hoşlarına gitmiyordur işte. Boşa geçmiş günler, bir hiç uğruna feda edilmiş emekler, hayal kırıklıkları… Güzel anılar değerini yitiriverir birden.
Ciddiye almak nasıl bir alışkanlıktır, kişiliğin bir parçası mıdır; ne dersek diyelim insanı rahatsız edici bir durum olma potansiyeli vardır. Aslında ciddiyetten zarar gelmez; ama olumsuzluklar kendini belli etmeye başladığında kişinin kendisini yaralayacak silahlarından biridir ciddi olmak. Ciddiyetsiz olamadığı için en çok kendisini üzer kişi.
Diğer grup var bir de; umursamaz, gamsız, hayatı kendisine zehir etmeyen. Karşıdan bakarsak onlar hep mutlu olanlardır. Daima içten gülüyorlardır; çünkü kendilerine bir şeyi dert etmek için çabalamazlar. Onlar gibi olamayanlar tarafından pek dikkate alınmazlar ya da umursamaz tavırları biraz sinir bozucu olur. Olsun; onların hayattaki şifreleri de bu, huzuru böyle yakalamışlar.
Huzuru gamsızlıkla yakalamış kişilerin içinde kopan fırtınaları herkes bilmez, göremez. Onlar göstermek istemezlerse çok iyi gizlerler. Aslında içten içe yalnızlıklarından dem vururlar. Dışarıdan gözüktükleri kimliklerini tersine çevirmek istemezler. Kendilerine bile zor itiraf ederler pişmanlıklarını.
İki davranışı harmanlayanlar da var tabii. Nerede ciddi olalım, nerede şakaya alalım cevabını yaşayarak çözmüş kişiler. Geç olsa bile bir yerinden ipi yakalamış olanlar mutluluğu da mutsuzluğu da olması gerektiği gibi yaşarlar. Gerçek huzur onlarınkidir. Yalnızlık çekilmez gelmez ki onlara. Yerine göre her duyguyu tatmayı bilmişlerdir zaten.
Her şeyi değerlendikten sonra ortaya çıkan manzarada kazananlar belli. Dengeyi kurabilenler, yaşadıkları her bir dakikanın hakkını alıyorlar. Ne zaman sona ereceği belli olmayan hayatlarını zehir etmiyorlar. Hayatı; bazen önemli kararların sonucu, bazen de çocuk parkındaki salıncakta sallanmak olarak tanımlıyorlar.
Hayat treni kaçtı kaçıyor, son durağa ne kaldı bilinmez. Biraz yolculuğun keyfini çıkarmaya baksak ne olacak ki? Tren, ilk duraktan uzaklaştıkça pişmanlıklarımız artıyor - artmasa da bir garip olur zaten - en azından pişmanlıklarda boğulup boğulup canımızı yakmasak diyorum.
Farz edin ki hayat bir oyun, çocukluğunuzdaki basit oyuncaklarla oynanan ya da sokakta oynadığınız oyunlardan biri. Kendimize dert yaratmaktan öteye geçemediğimiz günleri oldukları yerde bırakıp oyunun kurallarını yeniden düzenleyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder