“O uçurtma ben olsam ya…” demiştim bir ara. ‘Kaçmaya çalışsam, kaçamasam’ düşüncesiyle başlayan satırlara sığdırmıştım uçurtma olmanın inceliklerini. Her detayını düşündüğümü, her güzelliğine yer verdiğimi sanmıştım.
Atladığım ve o cümleleri sıralarken değinmem gereken en özel noktayı çok sevdiğim İpek ablam hatırlatmıştı. Yorumunda “İpin ucunun kimde olacağı önemli canım” demişti. Yazarken unuttuğum bu detay ne kadar da gerçekçi bir yaklaşımdı aslında.
İp kimin elinde olursa olsun o uçurtma onları hisseder, hissettirir miydi? İpi tutan olmasa uçurtma aynı heyecanla uçar mıydı?
“Tutsak ve bir o kadar özgür…” derken ipi elinde tutana güven beslemek gerektiğini ne kadar da iyi vurgulamışım. Lakin; kimin elinde olduğunu önemsemeden, onu düşünmeden, belki de göz ardı ederek.
“Giderken de dönerken de ipi yönlendirende güzel hisler uyandıran…” derken uçurtma olmanın gerekliliğinin üstünde durmuşum. İpi elinde tutanı tam olarak görmezden gelmemişim belki; hatta onun için iyi bir dilekte bulunmuşum. Peki ya uçurtmaya yön veren olmanın gereklilikleri? Onları unutmuşum işte.
O değerli uçurtmanın ipi kimin elinde? Kendisi tutsa ipini, kendisi yükselse göğe, kendisi iniş yapsa çimlere, kendisi…
Bir dakika, hem uçurtma hem ipin sahibi olunmaz ki. Abarttım ben de iyice. İkisi birden üzerine düşeni yapsın da…
İşte! -da’ dan sonrası yoruma açık. Hangisi olursan ol, üzerine düşeni yap da… Gerisi teferruat. Yok artık! Asıl orada başlıyor zaten gerçek olay. Süreklilik…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder